HUZUR İSLAM’DAYDI

Ne güzel yazmıştın, ikinci el, dökülmeye yüz tutmuş arabanın arkasına, küçük esnaf dükkânında tezgâhın yamacına, hatta seyyar tatlıcı arabasının camına: Huzur İslam’da…

Gerçi İslam’ı üst tırnakla ayıracak kadar imlayı da bilmezdin.
Şimdi sana akıtılan çeşmeden tasını doldurdun, parayı buldun, arabayı yeniledin, evi yeniledin, belki de hanımı çiftledin ki asıl huzuru buldun. Artık hiçbir yere yazmıyorsun “Huzur İslam’da” diye.

Demek ki neymiş?
Para yoksa Huzur İslam’da, para varsa huzur var, İslam artık lüks ortamlarda… 

Artık iftarını bile ucuz zeytinle değil, sevabını ikiye katlayacak pahalı birinci sınıf ithal hurmayla açmanın huzuru, yıl boyunca hakkını yediğin garibana ramazan paketiyle ihsanda bulunmanın mutluluğu içindesin. Bunlar yoksa bile niye yok olduğuna, senin yerine kimlerde neden var olduğuna kafayı takmadan öbür tarafta Cennet, muhteşem sofralar ve hurileri düşünüp şükretme huzur ve mutluluğun var. Hatta üç kuruş eksiğine patates almak için beklediğin “varlık kuyruklarında” vakit geçsin diye seni o kuyruklara sokanların sevabına tesbih çeker, dua edersin.

Rızkını Allah'ın değil, bir kulunun verdiğine inandığın için, karnını doyurduğuna inandığın partinin başkanı, "karnınızı ben doyuruyorum oylarınızı verin bakem" dediğinde mahcubiyet içinde gider oyunu verirsin.

Sen harikasın kardeşim…

Hiç okumadan, araştırmadan her şeyi bilen, her konuda fikri olansın.

İniş sırasına göre Kuran’ın ilk suresi olan Alak’ta: okuman, araştırman, anlaman, idrak etmen; ikinci suresi olan Kalem’de: aklına, kâğıda, gereken her yere yazman; üçüncü suresi olan Müzzemmil’de: uyanman, aydınlanman; dördüncü suresi olan Müddessir’de: uyandırman, bilgilendirmen, ikaz etmen emredilirken, bunlar çok da önemli değildir senin için. Çünkü zaten sen okumadan da bilirsin, yazmadan da kaydedersin, zaten en uyanıksın ve uyandırmayı da en iyi sen bilirsin.
Ufak tefek şeyleri sorun etmezsin. Mesela, Allah’ın yukarıda belirttiğim emirlerini dikkate almadan, günde 40 rekât kıldığın namazda, her rekâtta okuduğun Fatiha’da “Allah bana ne diyor acaba ki ben de Allah’a geri söylüyorum” gibi şeylere takılmazsın.

Sen başkasın be kardeşim, bambaşka...

TV'lerdeki dinî programlarının hem sunucularının, hem de hocalarının yüzündeki güya kutsiyet havası kattıkları, az pişmiş kelle kıvamındaki sırıtmalarıyla, tekdüze ağdalı cümlelerle anlattıkları uydurma menkıbeleri, cemaat, tarikat kokan miskin konuşmalarını izlerken, cebindeki paranın verdiği güvenle duyduğun huzurun bir benzerini, paran yoksa eğer; Ahirette sana şefaatçi olacağına inanıp, hurileri de garantiye alacak şeyhine rabıta ederken de duymanın mutluluğundasın. O da yoksa, filanca partiye oy verince sana cenneti garanti eden fırıldakların sözleriyle geviş getirme rahatlığındasın.

Sen süpersin…

Emevi Camii'nde namaz kılınacak diye hemen abdesti aldın... Sonra konu "Bi arkadaşa bakıp çıkacaktık”a döndü fakat "Ne oluyor?" sorusunu sorma ihtiyacı hissetmeyecek kadar siyasî imana sahip olduğunu gösterdin ama Suriyeli konuklarımıza “Ensar” olduğunla övünürken diğer taraftan şikâyet edersin.

Alkışlarken sınırın yok maşallah. Yeter ki sana hedef gösterene inan. İslami ambalajlı her dolmayı yutarsın, Seyit Rıza'yı “evlâd-ı resul” ilân edeni de alkışlarsın, Şivan Perver'i de... Devir değişir, komut değişir, bu defa da Dombra'yı akıllı telefonuna zil sesi yaparsın.

Apo canisi tekrar “sayın” olur, ortalığa “idam ipi” atanlar caninin hukukuna sahip çıkıp, caninin millete mesajlar yayınlamasına çanak tutar, bunda da keramet bulursun.

Sen cidden başkasın...

Millî hassasiyetine bayılıyorum... Başkalarına "Parçalanıyoruz" gibi gelen vehimler, “büyük resim okuyucular” tarafından sana "Hayır büyüyoruz" diye sunuldukça havaya girmen hep 10 numara... "Abdülhamit Abdülcambaz'ın neyiydi? Ona niye İkinci Abdülhamit demişler, yoksa millî takımda sağ bek miydi?" diye bilmezken, onu dizilerde izledikçe torunu olmakla övünmen bile dünyalara değer doğrusu...

Memlekete sülük gibi yapışmış Fetö’yü himmetlerine besleyip semirtirken, ortaklaşa cukka doldurup, makam ve kadro paylaşırken, “bunlar din kisveli ajan” diyenleri kâfir ilan edip, okyanusun öbür tarafındakine övgüler dizen, selam yollayan sen; işler değiştiğinde hiç kabahatin yokmuş, hep bunlara karşıymış havalarına girip söverken, bunların ne mal olduğunu sana yıllarca anlatanları derin bilginle aydınlatırsın.

Seni çok takdir ediyorum kardeşim... Başkasına haksızlık yapılırken susan yanlarını, hezimetlerden zafer çıkaran olağanüstü tevil yeteneğini, varmış gibi yapılan ama hiç olmayan kırmızı çizgilerini, başkaları yapınca eleştirebileceğin ne varsa, seninkiler yaptığında onu “strateji”ye dönüştürebilen kafa yapını takdir etmemek mümkün mü?

İyi giden pek bir şeyin olmadığı memlekette, kötü giden ne varsa, yönetenlerin "biz yapmadık hain dış güçler yaptı" dolmasını yutar, kola döker, portakal bıçaklar, turp kesersin.

Sırf seçim var diye, bir günlüğüne saray sofralarından kalkıp, basın huzurunda yer sofrana oturup çorbana ortak olunmasında, poz verilmesinde bile keramet bulur, mutlu olursun.

Sen varsan bu sistem var... Sen bu sistemin teminatısın... Bu sistemi ayakta tutan senin olağanüstü fedakârlığındır...
Senin sayende gâvurlar imana gelip Müslüman olurken sevabın katlanacak ve cennette hurilerin de bol olacaktır.…

OKUMUŞ CAHİLLER

Okuyan, öğrenen insan iyidir ama bunların bazı modelleri var ki ben hiç hazzetmem, muhatap olmamaya çalışırım. Bunlar o kadar okumasına karşı sıkıcı ve boş beleş bulduğum tiplerdir.

Okumaları, benim bilgisayarıma çeşitli yerlerden buldukça depoladığım elektronik kitap yüklemeye benzer. Adeta bilgi okyanusunun ortasında sandalla sadece güneşlenen, denizdeki balığı, kıyıdaki insanı yok sayan tipler gibidir bunlar. Kim bilir, belki de beyinleri sadece bir harddisk olarak çalışmakta, bilgiyi işleyecek işlemciye ve ram belleğe sahip değillerdir.

Okuduklarının, öğrendiklerinin şimdiki zaman ve gelecek projeksiyonlarını yapamayan, siyasi, edebi, tarihi ve bilimsel açıdan üzerine bir şeyler katarak aktaramayan kişinin okumasından bana ne? Dahası bu tiplerin elitist tavırları da ayrı gıcık eder beni.

Bu tavır, bazı akademisyenlerimizde "akademik snopluk" olarak kendini gösterirken, bazılarında "entel münevverlik", bazılarında "Osmanlı beyzadeliği" kiminde de "fularlı elit" olarak kendini gösteren ama etrafını aydınlatmaya çalışan, projeksiyon yapan "aydın kişi" olamayanlardan hiç hazzetmem.

Ben, okuyan, öğrenen kişilerin cahil olduğuna inanmam ama "okumuş cahil" diye de bir tabirimiz var ki ne bildiği önemli olmadan işte onlar bunlar oluyor.

Biraz örneklendireyim konuyu.
Ortalık tarihçi kaynıyor, çünkü tarih geçmişe ait bilgilerin derlenip aktarılmasına, pek azının yaptığı şekilde de araştırmaya dayanır. Ama içlerinden bazıları var ki büyük tarihçidir, diğerleri ıvır zıvır hikâyecidir.

Mesela Arnold Toynbee...
Bu adam dünyanın en önemli tarihçilerinden biridir ama diğer tarihçilerden daha çok tarih bildiğinden büyük tarihçi değildir. Adamın özelliği; öğrendiği, araştırdığı tarih bilgisiyle, yaşadığı zaman ve gelecek projeksiyonları yapabilmesidir. Bu şekilde, kendi toplumunun sadece tarihçisi değil, "gelecekcisi" de olabilmiştir.

Kimseden Toynbee olmasını beklemiyorum ama okuyorsanız, etliye sütlüye de dokunarak yazmanız, anlatmanız da gerekir. Güncele, geleceğe ait projeksiyonlarınız, yorumlarınız, söyleyecek sözleriniz de olmalı. Kokmaz, hımsımaz, statik ve hantal tipler olacaksanız ne diye okursunuz ve de her fırsatta matah bir şeymiş gibi sadece okuduğunuzu belirtip takdir beklersiniz?

TÜRKLER VE ŞAMANİZM

Koca koca adamlar, üstelik bir de Türkçü veya Türk milliyetçisi geçiniyorlar, kitap, makale yazmaya kalkıyorlar veya yazıyorlar ve Türklerin eski dininin Şamanizm olduğundan dem vuruyor, bunu iddia ediyorlar.

Oysa Türklerin tarihinde dinlerinin ne Şamanizm olduğuna dair, ne de şamanlıkla ilgili tek delil, tek belge bulunmaz. En eski Çin kaynaklarından tutun, Türk yazıtlarının tümünde Kök Tengri dininden ve din adamı olarak da Kamlardan bahsedilir.

Şamanizm bir çeşit putçuluktur ve Türkler tarihinde kendi yaptığı puta tapmayan tek millettir. Türkler puta tapmamış, dinleri hep tek tanrılı olmuş, ona da Kök Tengri demişlerdir. Bu yüzden de tek tanrılı Müslümanlığa ve diğer semavi dinlere geçişleri çok zor olmamıştır.

Şamanizm, özellikle 18. yüzyılda Yahudi ve Hristiyan din adamlarının uydurup Türklere yamadığı bir kavramdır. Amaçları da dünyada ilk tek tanrılı dinin kendilerinin olduğunu iddia etmektir. Aslına bakarsanız da, batılılar üzerinde kafa yormadıkları, pek araştırmadıkları, birbirinden farklı ve değişik inançları, ritüelleri olan birçok dini ve bazen din bile olmayan gelenekleri aynı kümeye koyup Şamanizm demişlerdir.

Eski Türk topluluklarında Şamanlığa benzer bir inancın varlığına ihtimal verdirecek hiçbir kayıt mevcut değildir. Altay Türkleri tarafından bugün Şaman manasına "Kam" sözü kullanılmakta ve bu kelime bilindiği kadarıyla 5. yüzyıldan beri yaşamaktadır.

Avrupa'da hakimiyet kuran Hunlar zamanında Ata-kam ve Eş-kam adlarında iki kişiden bahsedilmektedir. Yani Avrupa Hunlarının din adamlarına da Kam denilmekteydi. Eğer eski Türklerde Şamanlık olsaydı, Hunların örf ve adetleri hakkında oldukça geniş bilgiler veren Latin ve Germen yazarların "Hunların dini törenleri yoktu" diyecek yerde, garip ayinleri olan şamanik telakkilerden haber vermeleri gerekirdi.

Türklerde bazı hükümdar ailelerinin Budizmle yakın ilgisine rağmen, toplumlarında Şamanlığı hatırlatan bir şey yoktur. Hem Budizmi, hem de Maniheizmi kabul etmiş olan Uygurlarda bile bu hususta açık bir delile rastlanılmamaktadır. Hatta Uygurlarda kam sözü din adamı değil, "büyücü, sihirbaz" manalarında kullanılmıştır.

Kaşgarlı Mahmud, "kam" sözünü kahin kelimesiyle açıklamıştır. Bu söz o zamanki Müslüman Türkler tarafından da unutulmamıştı.

Yusuf Has Hacip ise, Kutadgu Bilig'de kamları "otacılar" olarak çevirmekle beraber, bunların insan toplulukları için faydalı insanlar olduğunu söyler. Kanaati temsil eden Odgurmuş hakana nasihat verirken; "Bazı insanlar yoksul, bazı insanlar da kaygı ile yıpranmışlardır. Bunların ilacı, dertlerine derman sendedir. Bunları tedavi et, bunların kamı ol" demektedir.

Din adamı manasına Türk boyları arasında değişik adlandırmalar vardır. Mesela Kazak ve Kırgızların Kam yerine Baksı, eski Kartukların da Sagun kelimesini kullandıklarını biliyoruz. Baksı herhalde Budizm vasıtasıyla gelmiş yabancı bir kelime olmalıdır.

Türkmenlerde bakşı veya baksı "saz şairi" manasını ifade eder. Altaylılar ve Tuvalılar bugüne kadar kam kelimesini yaşatmışlardır. Saha Türkleri erkek kama "oyun", kadın kama "udagan" derler. Çuvaşlar da ise bu kelime "yum"dur.  Şimdi ise Müslüman Türkler kam kelimesini unutmuşlardır.

Şaman kelimesini Türkler bilmez. 18. yüzyılın sonlarına doğru kabul edilmiş olan "şaman" terimi Türkçeye yabancıdır. Orkun kitabeleri de dahil olmak üzere, şimdiye kadar bulunan kitabelerde Şaman sözüne tesadüf edilmemiştir. Bu nedenle, mevcut vesikalardan yola çıkarak, Eski Türkler Şaman idiler şeklinde bir sonuç çıkarılamaz.

Çok Okunanlar