ÜMMETÇİLİK Mİ, MİLLİYETÇİLİK Mİ, KÜRESELCİLİK Mİ?

Tarihin hiçbir döneminde, 4 Halife dönemi de dâhil, tek başına Ümmetçilik fikri, bağlantılı olarak Siyasal İslamcılık insanlara ve ülkelere mutluluk getirmemiştir. Aynen komünizm gibi bir ütopya olmaktan öte geçememiştir ki, temel olarak İslami sanılan bu fikir aslında İngiliz projesidir.

Bu cümlenin tehlikeli ve çarpıtmaya müsait olduğunu biliyorum. Eski yazılarım incelenirse bu konuda boş beleş laflar etmediğim görülecektir, onun için buradan ümmetçi geçinen tayfanın tavrıyla alışılageldiği üzere kimse çarpıtmaya kalkmasın. Allah’ın insanlara gönderdiği İslam’dan değil, özellikle Eşari temelli Ümmetçilik, Siyasal İslamcılık adı altında İslam’ı ve toplumu bölen, sabote eden, cehaleti körükleyen; ortak menfaatler ve akılla ilerleyerek toplumu birleştirmek yerine, cehaletle, uygulama farklılıkları ve mezheplerle parçalayan; dini siyaset, ticaret ve sömürüye alet eden anlayıştan bahsediyorum.

Yine bu kesimden bir itiraz gelecektir; efenim Osmanlı?
Hayır efendim, Osmanlı bir ümmet devleti değil, ortak kültür (Ümran) oluşturamamış, çeşitli dinlerin ve ırkların bulunduğu milletler topluluğuydu. Ortak menfaatler bitince ve biraz merkezi kontrol azalınca, görüldüğü üzere ümmet filan denmeden her millet, soy, kültür ve coğrafyaları temelli aslına rücu etti. Özellikle Araplar, ümmet filan demeden birbirini yemekte ve güya İslam devletleri olmalarına rağmen İsrail ve Batılı devletlerin çıkarına hizmet etmekte yarıştılar ve yarışıyorlar.

Yani demem o ki, İngiliz icadı olan, İsrail, İngiltere ve ABD'nin emir ve kontrolündeki Ümmetçilik ve ona bağlı olan Siyasal İslamcılık, Müslümanlara zerre kadar faydası olmayan bir fikriyatken; emperyalizme yem olmamak ve dünya barışı için, ulus devletler, üniter yapılar ve demokratik sivil milliyetçilikten başka çıkar yol yoktur.

Peki, ama nasıl ve neden demokratik milliyetçilik?

Milliyetçiliği bilimsel olarak tarihte ilk ortaya koyan ve milliyetçiliğin toplum için önemli ve gerekli olduğunu anlatan kişidir İbn-i Haldun ve bütün dünyada sosyoloji biliminin babası olarak kabul edilir. O, Milliyetçiliği "Asabiyet" olarak isimlendirir, tezi ve savunduğu şöyledir:
İnsanların bir arada yaşayabilmeleri için onları bir arada tutabilecek bir bağın olması gerekir. Bu da asabiyet bilinci ile mümkündür. Ancak İbn-i Haldun’un asabiyet anlayışı, bugün birilerinin sandığı veya sandırıldığı gibi, sadece aynı soya mensup olmakla sınırlı değildir.

Ona göre iki tür asabiyet vardır:

1. Nesep Asabiyeti: Nesep asabiyetinden aynı soydan gelme şartı vardır. Yani nesebin esasını aynı anne babadan veya akrabadan gelen insanların normal şartlar altında diğer insanlara göre daha çok bir arada yaşamak zorunda kalmaları ve aralarında diğerlerine göre daha yoğun bir manevi bağın ortaya çıkması teşkil eder.

2. Sebep Asabiyeti: Nesep asabiyetinde aynı soydan gelme şartı varken sebep asabiyetinde böyle bir şart aranmaz. Toplumu bir arada tutan bir sebep vardır ve bu insanlar bu sebebin etrafında birleşirler. (Aynı ülkede yaşamak, aynı dine inanmak, aynı ideolojiyi savunmak, aynı takımı tutmak vs. gibi)

Asabiyet bilinci yerleşmiş, toplum olabilmiş gruplar sosyal hayata katkıda bulunmaya başlarlar. Dolayısıyla kendilerine has kültürlerini (ümran) oluşturmaya başlarlar. İbn-i Haldun ümran ilmini kurarak bugünkü sosyoloji ilminin temellerini atmıştır. Ona göre tarihi olayları doğru bir şekilde anlayabilmek, yorumlayabilmek ümran ilmi ile mümkündür.

Yakın geçmişimizde değerli fikir insanımız Cemil Meriç de bu anlayış doğrultusunda milliyetçiliği ve gerekliliğini anlatmaya çalışmıştır.

İbn-i Haldun’un bahsettiği “Asabiyet bilincinin yerleşmesiyle ümran oluşturma” net olarak millet olabilme sürecini ve gerekliliğini anlatmaktadır. İşte Kurtuluş savaşından sonra kurulan Cumhuriyetimizde Atatürk de tam olarak bunu yapmaya çalışmıştır.

O zaman karşımıza şöyle bir paradoks çıkıyor; Millet olmak için mi milliyetçilik yapmalıyız, milliyetçilik yapmak için mi millet olmalıyız? Aynen tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan paradoksu gibi her iki haliyle de doğru ve gerekli bir durumla karşı karşıyayız. Yani millet olabilmek için milliyetçilik yapmak gerekirken, milliyetçilik yapabilmek için de millet olma şuuru gereklidir.

O halde ırkçılık, inanç ve mezhep cenderesine kafamızı sokup mahkûm olmadan, araçları amaç yapmadan, evrensel etik değerler ve milletin ümran hamuruyla yoğurulmuş, kapsayıcı, istisnaların kaideyi bozamadığı, genelin kabulleneceği ve kendisini bulacağı bir milliyetçilik anlayışına ihtiyacımız vardır. Bu milliyetçilik anlayışı doğrultusunda, çağın gereklerine ve milletin menfaatlerine uygun, faydacı demokratik doktrin oluşturulup; demokrasi, adalet, ekonomi, eğitim, sosyal yapı, dış ilişkiler vs. politikaları da belirlenmeli ve siyasete müdahil olunmalıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Çok Okunanlar